9 Haziran 2010 Çarşamba

sağır hayatlar


Yaşadıklarımıza göz ucuyla baktığımızda geride çoğu zaman sadece bir boşluk görüyoruz. İlerisini ise bir belirsizlik. Uzun uzun düşündüğümüzde bu boşluk ile belirsizlik arasında ne yapacağımıza karar vermeye çalışıyoruz. Eskisi gibi mi yaşayacağız yoksa belirsizliğin içine mi dalacağız? Sonuçta elimizde olan şey yaşanmışlıklar, anılar, güzellikler, kötülükler, fotoğraflar, bir daha hiç gör(e)meyeceklerimiz. Kafamızı kaldırıp ileriye baktığımızda ise attığımız her adımın bu yaşanmışlıklar kategorisine gireceğini görüyoruz. Her saniye bir geçmiş oluyor. İster yavaş ister hızlı adım atın geçmiş ve gelecek var. Şimdiki zaman olamıyoruz hiç. O belirsizlik yumağı bir sis gibi etrafımızda iken adımlarımız yavaşlıyor. Gelecek dediğimiz şey o sisin arkasında gibi düşünüyoruz. Ama o sisin kendisi geleceğimiz aslında. Ne olduğunu bilmeden yaşıyor gibiyiz sanki. Ne kadar plân yaparsak yapalım geleceğe dair sonuçta kazanan hep o sis oluyor. Yanımızdan insanlar gelip geçiyor, başımızı omzumuzun üstünden arkaya doğru çevirip bakıyoruz. Düşünüyoruz. Ve yalnızız. Hayat çoğunlukla ne olduğumuzu sorgulamakla geçiyor. Yaşadığımız şey ne? Nefes alıp veriyoruz, seviyoruz, seviliyoruz, çalışıyoruz, okuyoruz, sevişiyoruz, gidiyoruz, geliyoruz... Bu ne? Kim ve ne için? Anlık hazlar için yaşıyor gibiyiz. Anlık. Geriye dönüp baktığımızda zaten hepsi "bir an" gibi değil mi? Size de öyle gelmiyor mu? Ne yaşarsak yaşayalım, ne kadar yaşarsak yaşayalım, hepsi "bir an". O bir anların birleşmesi mi bu yaşadığımız ve adına "hayat" dediğimiz şey. Yaşadıklarımıza sadece biraz "tat" katmak neden bu kadar zor? Sağdan soldan saldırı içinde değil miyiz sürekli?

"Hayata tutunmak" diye bir tabir var. Bırakın hayat size tutunsun.

24 Nisan 2010 Cumartesi

not defteri #3


  • Dersler, sınavlar, kurslar, can sıkıntısı, üşengeçlik derken unuttuk burayı. Yazmayı değil de, burayı unuttuk.
  • Yazmak beni rahatlatıyor.
  • Bu zaman arasında, bir çok kitap okudum, filmler izledim, insan tanıdım. Tanıdıklarımın içinde çok iyi olanlar da var, gereksiz, hayatınıza yük olanlar da. Bu da hayatın bize verdiği bir sorumluluk aslında. Böyle kabul etmek, böyle sevmek, fazla sorgulamamak lazım. Sorgularsak bir şey değişecekmiş gibi konuşuyorum. Hiç!
  • İhsan Oktay Anar gibi bir üstat ile tanıştım. Kitaplarında kayboldum. Bugüne kadar onu tanımamış, kitaplarından bihaber yaşıyor olmak benim ayıbım. Üstat özürler diliyor,saygılarımı sunuyorum.
  • Buraya neden yazıyorum bilmiyorum ki.. Zaten takip eden pek yok. İnsanlar futbol okumaya alışkın olduğu için, blogları bu sebep ile kullandıkları için, bizim reytingimiz az :) Orc'ta pek ciddiye almıyor. Arada ben gelip çizittiriyor ve gidiyorum. Okumayın siz bilirsiniz :)
  • Hayatımda köklü değişiklikler olmak üzere. Bunu hissedebiliyorum. Sonucu iyi mi olacak, kötü mü olacak pek kestiremiyorum. Ama değişiklik, hiçbir şeyin olmamasından iyidir, değil mi ?
  • Kitap okuyun, okuyun, okuyun..
  • Adana çok ısındı. Yanıyor resmen memleket. Mayısın sonunda ortalık cayır cayır yanacak. Ağustosu düşünemiyorum bile.
  • Daldan dala atlıyoruz ama yazdıklarımın hepsini nette paylaşmak da istemiyorum. Facebook denen çılgınlık ülkemizde azalacağına, gittikçe artıyor. Her gün neler dönüyor Facebook'un arka sokaklarında bir bilseniz..
  • Bir de buraya kadar okuyanınız varsa ve yorum yapmayı düşünüyorsanız, mümkünse adınızı da yazın. Lütfen rica ediyorum. "holley, çok sevindik, bla bla, isim" gibi. Lütfen.
  • Yeni bir yazı dizisine başlayabilirim. "Gelecekteki Sevgiliye Mektuplar" olacaktır muhtemelen adı.
  • Hep ihtimaller üzerine konuştum. Bakalım kaçını gerçekleştirebileceğim.
  • Yeter şimdilik :)

28 Ocak 2010 Perşembe

not defteri #2

Aslında söylenecek, yazılacak çok şey var ama benim gücüm yok.
Dönüşüm muhteşem olacak ;)

9 Ocak 2010 Cumartesi

Başka Dilde Aşk


"Ceketimi burada unutmuş olabilir miyim ?"




Son zamanlarda izlediğim en güzel Türk filmi..
İzleyin, izlettirin..


1 Ocak 2010 Cuma

Lord

Lord, we have not spoken as long or as often as we should. I've often been about other business. If I wanted forgiveness, I should ask for it, but for all that I have done, and for all that I am yet to do, there can be no forgiveness. And yet I think I'm. I'm not an evil man. No, evil men pray loud and seek penance and think themselves closer to heaven than I am. I shall not see it's gates, Lord, nor hear your sweet words of salvation. I have seen eternity, I swear, but it was in a dream and in the morning all was gone. I know myself for what I am, and I throw my poor soul upon your forgiveness... in the full knowledge that I deserve none at your loving hands.

(Tanrım, olması gerektiği kadar sıklıkta ve uzunlukta görüşmüyoruz. Eğer affedilmek isteseydim, bunun için yalvarırdım, ama yapmış olduğum şeyler için af yok. Ben kötü biri değilim, kötü biri bağırarak dualar edip, kefaret aramaz, benim kadar cennete yakın olamaz. Ne kurtuluş için güzel sözlerini duyabiliyorum, ne de cennetin kapılarını görebiliyorum. Sonsuzluğu, ebediyeti gördüm, yemin ederim, rüyamdaydı ve sabah uyandığımda hepsi gitmişti. Zavallı ruhumu senin affediciliğine bırakıyorum, sevgi dolu ellerini haketmediğimin tüm farkındalığıyla.)

9 Aralık 2009 Çarşamba

Aynalar


İşte böyledir hayat. Nerede huzur buluyorsanız oradadır. Bazen çok ararsınız, bazen sadece karşınıza çıkıverir. Bazen de aramadığınız halde bulduğunuzda, aslında aradığınızı anlarsınız. Kimi zaman çabuk, kimi zaman ise uzun bir aradan sonra bulur sizi. Hayat.

Doğduğumuz andan itibaren yaşamaya başladığımızı zannediyorsunuz. Zannediyoruz. Bu kadar kolay mı yaşamak? Defalarca doğup defalarca öldüğümüzü görmüyor musunuz? Tek bir söz öldürürken bizi yaşanılanlara "hatıra" diyoruz.

Hepimizin bakış açısı farklıyken hayata nasıl olur da bir arada durabiliriz? İhanetler, kavgalar, yalanlar, dolanlar, savaşlar... Ne için? Olmayan bir yaşam için değil mi? Gerçek sevgiyi aradıkça tükeniyoruz. Gerçek dostluğu. Gerçeğin ta kendisini.

Aynadan yansıyanlar önümüzdeyken başka birine ne diyebilirsiniz? Önce kendimizi bilmemiz gerekmiyor mu? O aynalar sadece saçlarınızı düzeltin diye mi yapılıyor? Kaç dakika bakabiliyorsunuz gözlerinize? Bakın. Ne kadar da çirkinsiniz. Çirkiniz aslında.

Yaşadıklarımız sadece bir andan ibaret. Bu kadar. Habire biriktiriyoruz o anları. Cebimize, çekmecelerimize, dolaplarımıza, kitaplığımıza dolduruyoruz. Ama bütün hepsini birleştirsek bile o kadar an, başka bir an etmiyor işte. Daha fazla etmiyor. Nasıl etsin ki? Bari kendinize yalan söylemeyin.

Neyi düşünüyorsunuz? Kafanızdan geçen ne? Ne var aklınızda? Bunların kaçını paylaşıyorsunuz? Kendinize kurduğunuz o dünyada, etrafınızdaki duvarların içinde ne var? Bıkmadınız mı her seferinde aynı oyunu oynamaktan? Kimse bilmiyor diye mi aklınızdan geçenleri bu gülümsemeniz. Hiç durmayacaksınız değil mi?

Yaşamın iyi olduğunu düşünüp sonradan karamsar olmaktansa, kötü olduğunu anlayıp daha da mutlu olmak varken neden zorluyorsunuz kendinizi? Hepinizin cebine birer tane çakıl taşı koysam fark etmezsiniz bile.

Uzağa gidemiyoruz. Yakında olmak istemiyoruz. Klavye dünyamızda her tuşta başka birine ulaşıyoruz.

Aynaya bakın.

Görün.

Hayat güzel mi?

Değil mi?

29 Kasım 2009 Pazar

Ibracadabra



Dünyada Türk olmasını istediğim tek oyuncu..
Oyuna girdi, 3 dakika sonra sihrini yaptı.
El Classico yine beklenen gibi geçti. Heyecan, mücadele, kavga, futbol, kırmızı kart ve gol.
Biz hala bizim derbilere diyelim dünya derbisi diye..
Son olarak Ibra sen hiç yaşlanma..